31 Ocak 2014 Cuma
Agatha Chistie - 16.50 Treni
Geri döndüm... :) Uzun zamandır kitaplarla ilgili post yazmıyordum farkındaysanız [Umarım yokluğumu farketmişsinizdir :( ]. İki hafta finallerle cebelleş, sonra bütünlemelere kal, onlara git gel derken bir türlü okuduğum kitaplarımı yorumlayamadım maalesef. Hiç kitap okumadığımdan değil, aksine bu sürede araya birçok kitap sığdırmayı başarmışım ama yazı yazacak zaman bulamadım bir türlü. Kütüphanemde okunmuş kitapların hepsi bir yerde toplanmış, yorumlanmayı bekliyorlar. Neyse artık yavaş yavaş yazılarımı yazacağım. Öncelik olarak "Kış Okuma Şenliği" dahilindeki kitapları yorumlayacağım. Ayın 3'ü geldi çattı. Biliyorsunuz ki rapor verme zamanı yaklaştı. :) Bugün sizlere 16.50 treninde bahsedeceğim.
Uzun bir aradan sonra Agatha Christie okumalarıma geri döndüm. Sahi üç aydan fazladır Agatha Christie okumuyordum. Bu nasıl bir boşluk yaratmış bende anlatamam. Agatha canmış meğerse. (16.50 Treni'ni e-kitap formatında okudum ve bir kez daha anladım ki elde tutulabilen kitap candır.)
Esas rotamıza dönecek olursak A.C. yine harika bir iş çıkarmış. Karakterler, kurgu beni benden aldı. Özellikle Lucy Eyelesbarrow karakterine bayıldım. Bir Miss Marple romanı olmasına rağmen benim için bu kitabın bir numaralı karakteri Lucy'dir. Gerçi onun yerinde olsam o tarz bir hayat tarzı mı seçerdim bilmiyorum ama kendisini takdir etmiyor değilim.
Kısaca kitabın konusundan bahsedecek olursak: Elspeth McGillicudy arkadaşı Miss Marple'ın ziyaretine gitmek amacıyla trene biner. Yolculuk sırasında aynı yöne gittikleri başka bir trenle yan yana geldiklerinde şans eseri diğer trende işlenen bir cinayete tanık olur. Buna kimseyi inandıramaz, onun hayal gücünün bir ürünü olarak bakarlar. Belki de bu tutumları normaldir çünkü ortada ceset falan yoktur. Polislere göre ortada herhangi bir ceset olmadığı için cinayet de yoktur. Yaşlı kadına yalnızca arkadaşı Jane Marple inanır ve söz konusu olan Jane Marple olduğuna göre; onun bu işin peşini bırakacağını düşünmek olanaksızdır.
Öncelikle baştan söyleyeyim: Agatha Christie'nin okuduğum her kitabında katil hakkında bir fikir yürütebildim. Bazen birkaç kişi geçti aklımdan ama elbet biri tutuyordu. 16.50 Treni'nde yine birçok kişiyi katil olmakla suçlamama rağmen aklımdan asla geçmeyen tek isim katil çıktı ya bravo Agatha dedim. O ana kadar adam hakkında herhangi bir şüphe yokken bir anda bütün oklar adamı gösterdi. Sonrasında dedim ki: "Anammm bu adamın katil olduğu baştan belliymiş." Tabi Agatha Christie Miss Marple aracılığıyla her şeyi anlattıktan sonra bu kanıya vardım. Bu açıdan kendisini kutlamak lazım. Kitap boyunca sağ gösterip sonunda sol yanımdan vurdu beni.
Kitabı elinize aldığınızda asla bırakamayacağınızın garantisini verebilirim. Gerçi bu durum bütün Agatha romanları için geçerli.
Son olarak sorarım sana Agatha: Lucy hangisiyle mutlu sona ulaştı? :)
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Muhteşem Yaratıklar / Muhteşem Karanlık / Muhteşem Kaos - Kami Garcia / Margaret Stohl (EPSİLON YAYINEVİ )
Bu yazıyı yazmamın sebebi kitabın konusunu anlatmak,yorum girmek bla bla değil aslında. Amacım biraz stres atmak,beyin hücrelerime yayı...
-
İyi kitaptı, hoş kitaptı ama sorarım sana Jennifer, seriyi bitirmeye ne gerek vardı? Ne güzel okuyorduk. Razıydık bir sonraki kitap...
-
Evet şuan tamda bu durumdayım. Bir Elena kadar iyi biri oluyorum (Yoksa bu durum değişti mi?) bir Katerina gibi kötülük kraliçesi kesil...
Okumadığım bir A. C. romanı.. Merak ettim doğrusu. Yorum için teşekkürler :)
YanıtlaSilBen teşekkür ederim :)
YanıtlaSil